Navigasyonu görüntüle İçeriği görüntüle

Cumhuriyetimizin Unutulmaz 100'leri

​​​​​​Bu yıl Cumhuriyetimizin 100. yılını kutluyoruz. Cumhuriyetin ilan edilmesine giden yolun temelleri, çökmek üzere olan bir imparatorluğun ve işgal edilmiş bir ülkenin halkının, kendi kaderini tayin ettiği destansı bir mücadele ile döşendi.

Milli Mücadele 1919 yılında Samsun’da başladı. Erzurum ve Sivas Kongrelerini takiben 23 Nisan 1920’de, milli iradeye dayanan Türkiye Büyük Millet Meclisi açıldı ve bütün dünyaya “egemenliğin kayıtsız şartsız Türk milletine ait olduğunu” ve “Büyük Millet Meclisinin üzerinde hiçbir makam bulunmadığını” ilân etti. Milli Mücadele’nin ve Kurtuluş Savaşı’nın zaferle bitişini Lozan Antlaşması’yla bağımsızlığımızın bütün devletlerce onaylanması takip etti. Sırada fiilen uygulamaya geçse de ismi konmamış olan yeni rejimin ilan edilmesi vardı ve 29 Ekim 1923 günü yapılan anayasa değişikliği ile Cumhuriyet ilan edildi.

Bugün bir asrı geriden bırakan Cumhuriyetimiz, Türk halkının bağımsızlık, eşitlik ve özgürlük idealleri için başlattığı büyük dönüşümün teminatıdır ve bu fikre inananların ortak eseridir.

Geçtiğimiz yüzyıl boyunca; cumhuriyet tarihine damgasını vuran liderlerin yanı sıra sanatta, bilimde, sporda ve daha bir çok alanda iz bırakan, kitleleri etkileyen pek çok önemli figür oraya çıktı. Onların cesareti, vizyonları, kararlılıkları ve yetenekleri bu ülkenin modern bir devlet olarak şekillenmesine katkıda bulundu.

Bu yazıda, Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşundan günümüze kadar geçen yüz yıl boyunca yaşadığımız büyük dönüşümün mimarları olan önemli figürleri keşfedeceğiz. Yüzlerce önemli ismi bir yazının içinde sizlere aktarabilmek mümkün değil. O nedenle kimini çok iyi bildiğiniz, kimini belki de yeni öğreneceğiniz, alanlarında fark yaratmış, ilkleri başarmış, dünyaca tanınmış isimleri bir araya getirmeye çalıştık.

Gelin Türkiye Cumhuriyeti'nin yüz yıllık yolculuğunda önemli roller oynamış isimlere ve onların, cumhuriyetin genç yüzlerine ilham veren hikâyelerine yakından bakalım.

Cumhuriyetimizin Kurucu Yüzleri

Türkiye Cumhuriyeti, Türk halkının aynı amaç için bir araya gelmesini sağlayan Atatürk’ün önderliğinde ve çok sayıda önemli liderin katkılarıyla kuruldu. Kurucu yüzlerimizi iki büyük isim üzerinden size hatırlatmak istiyoruz. Bu iki büyük isim liderlikleri, vizyonları ve kararlılıkları ile hem Kurtuluş Savaşı'nda hem de Cumhuriyet'in ilanı ve inşası sürecinde milletimizin bağımsızlığı ve çağdaşlaşması için mücadele ettiler. Kendilerini minnetle anıyor, aziz hatıraları önünde saygıyla eğiliyoruz.

Mustafa Kemal Atatürk

Mustafa Kemal Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu ve ilk cumhurbaşkanıdır. 1881 yılında Selanik'te doğdu. Askeri eğitim aldı ve Osmanlı ordusunda çeşitli görevlerde bulundu. Balkan Savaşı ve 1. Dünya Savaşı sırasında Çanakkale cephesinde askeri dehasını gösterdi. Mondros Mütarekesi’nin ardından başlayan işgal sürecine sessiz kalmadı ve büyük dönüşümü başlatan ilk adımı attı. Anadolu’ya geçerek Milli Mücadele’yi başlattı. İtilaf Devletleri'nin işgalci kuvvetlerine karşı Türk Kurtuluş Savaşı'na liderlik etti. Üç yıl süren özgürlük mücadelesi 29 Ekim 1923’te Cumhuriyetin ilan edilmesiyle en büyük meyvesini verdi.
Atatürk, Cumhuriyetin ilanından sonra ülkemizi muasır medeniyetler seviyesine ulaştıracak bir dizi reform hareketini hayata geçirdi. Eğitimi, bilimi, sanayileşmeyi ve kadın haklarını teşvik etti. Yok olmak üzere olan bir imparatorluğun küllerinden modern Türkiye Cumhuriyetinin yeşermesinin önünü açtı. Siyasi, idari, sosyal, kültürel, mali ve iktisadi alanlarda gerçekleştirdiği inkılaplar ve düzenlemeler ile özgürlük mücadelesi veren uluslara ve devlet adamlarına örnek oldu. 1938 yılının 10 Kasım günü hayata gözlerini yumdu. 1953 yılında geçici kabrinden ebedi istirahatgâhı olan Anıtkabir’e nakledildi.

İsmet İnönü

İsmet İnönü; Türkiye’nin 2. cumhurbaşkanı, Cumhuriyet Dönemi’nin ilk başbakanıdır. 24 Eylül 1884 tarihinde İzmir’de doğdu. Askeri eğitiminin ardından Osmanlı ordusuna katıldı. I. Dünya Savaşı’nda Kafkasya ve Filistin cephelerinde savaştı. 1920 yılında Anadolu’ya geçti. Erkân-ı Harbiye-i Umumiye Vekili (Genelkurmay Başkanı) olarak I ve II. İnönü muharebelerini kazandı. Büyük Taarruz’a Batı Cephesi Komutanı sıfatıyla katıldı. Mudanya Mütarekesi’nde ve Lozan Antlaşması’nda Türk heyetine başkanlık yaptı ve antlaşmaları imzaladı. Cumhuriyetin ilanından sonra Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk başbakanı oldu. İnönü muharebelerindeki başarılarından dolayı 1934’te İnönü soyadını aldı. Atatürk’ün ölümünden sonra 11 Kasım 1938’de cumhurbaşkanlığına seçildi. 1925-1937 yılları arasında 12 yıl kesintisiz başbakanlık görevini yürüttüğü dönem de dahil olmak üzere, farklı dönemlerde toplam 16 yıl 11 ay başbakanlık yaptı. 25 Aralık 1973’te hayata veda etti.

3d-secure-ile-odeme 
​ ​

Cumhuriyet Tarihinde İlkleri Başaranlar

Hem geçmiş kuşaklar hem de bizler Cumhuriyetimizin 100 yıllık tarihinde sayısız başarıya ve ilklere tanıklık ettik. Ancak alanı ne olursa olsun yaptıkları işlerde “ilk” olmayı başaranlar hiç şüphesiz çok zorlu yollardan geçtiler, tüm imkânsızlıklara ya da karşılaştıkları toplumsal dirence meydan okuyarak kendilerinden sonra gelen nesillerin yolunu açmayı ve ilham vermeyi başardılar. İlk kadın savaş pilotumuzu, ilk kadın banka müdürünü ya da olimpiyatlarda ilk altın madalyamızı kimin kazandığını merak ediyorsanız aşağıdaki isimlere mutlaka bir göz atın.

Sabiha Gökçen

Türkiye’nin ilk kadın savaş pilotu olan Sabiha Gökçen 1913 yılında Bursa'da doğdu. Havacılık eğitimlerine 1935 yılında Türk Hava Kurumunda başladı. Ardından yüksek planörcülük eğitimlerini tamamladı. 1936’da Eskişehir Askeri Hava Okuluna girdi ve askeri pilot olarak mezun oldu. Bu başarı hem Türkiye’de hem de dünyada büyük yankı uyandırdı. Kariyeri boyunca 8.000 saat civarı uçuş gerçekleştirdi ve 32 farklı askerî operasyona katıldı. 1996 yılında Amerika Birleşik Devletleri’nde düzenlenen bir törenle “Dünya Tarihine Adını Yazdıran 20 Havacıdan Biri” seçildi. Gökçen bu ödüle layık görülen ilk ve tek kadın oldu. Sabiha Gökçen 22 Mart 2001 tarihinde hayata gözlerini yumdu.

Nazife Güran

Klasik batı müziği alanında yapıtlar ortaya çıkarmış olan ilk kadın bestecimiz olan Nazife Güran, 1921 yılında Viyana’da dünyaya geldi. Müzik çalışmalarına annesi ile başladı. İstanbul’da tamamladığı lise eğitiminin ardından Berlin Hochscule Müzik Akademisinde kompozisyon eğitimi aldı. İlk konserini Berlin Radyosunda verdi. Babasının ve eşinin görevleri nedeniyle farklı ülkelerde ve farklı şehirlerde sürdürdüğü yaşamında müzik eğitiminin hep çok özel bir yeri oldu. Diyarbakır’da yaşadığı dönem Diyarbakır Filarmoni Derneğini kurdu. Sonrasında yine Almanya’ya gitti ve öğrenciliğe geri dönerek Köln Müzik Akademisinde müzik eğitimini tamamladı. Türkiye’ye geri döndükten sonra Çemberlitaş Kız Lisesinde öğretmenliğe başlayan Güran, müzik yaşamı boyunca aralarında liedler, piyano eserleri, çocuk şarkıları ve müzikli piyeslerin de olduğu binden fazla esere imza attı.

Yaşar Erkan

Milli güreşçimiz Yaşar Erkan, Türkiye Cumhuriyeti’nin olimpiyatlarda kazandığı ilk altın madalyanın sahibidir. 1912 yılında Erzincan’da doğan Erkan, güreşe henüz küçük yaşta geldiği İstanbul Kumkapı’da başladı. 1933 yılında güreş milli takımına seçildi ve aynı yıl Balkan şampiyonu oldu. Takip eden iki yılda da şampiyonluğu elinde tutan Erkan, 1936 yılında Berlin’de düzenlenen olimpiyat oyunlarında grekoromen stilde olimpiyat şampiyonluğunu kazandı. Erkan, aktif güreş yaşamını 1940 yılında kazandığı Balkan şampiyonluğuna kadar sürdürdü. 1986 yılında vefat edene kadar güreşimize çok sayıda yetenek kazandırdı.

İclal Ersin

Türkiye’de kadın olarak pek çok ilke imza atan İclal Ersin ekonomist ve bankacıdır. 1915 yılında dünyaya gelen Ersin, 1928 yılında İş Bankasının Adana şubesinde muhasebeci olarak çalışmaya başladı. Bankacılık tarihimizin imza yetkisine sahip ilk kadını olan Ersin, Atatürk’ün desteğiyle yurt dışına gönderildi ve Cenevre’de iktisat eğitimi aldı. 1941 yılında başka bir ilki daha gerçekleştirdi ve Türkiye’nin ilk kadın ekonomi doktoru unvanını aldı. İş Bankası bünyesinde sürdürdüğü çeşitli görevlerin ardından 1953 yılında bankanın Nişantaşı şubesine müdür olarak atandı ve bu göreve getirilen ilk Türk kadını oldu.

Dilhan Eryurt

NASA’da görev yapan ilk Türk bilim insanı olan Dilhan Eryurt 1926 yılında dünyaya geldi. Matematiğe ilgisi çok küçük yaşlarda başladı. 1946 yılında İstanbul Üniversitesinde Yüksek Matematik ve Astronomi bölümünden mezun oldu. 1959'da Uluslararası Atom Enerji Ajansının bursuyla Kanada'ya giderek iki yıl çalıştı. Ardından NASA'ya bağlı Goddard Uzay Araştırma Enstitüsünde görev aldı; enstitünün tek kadın astronomu olarak güneşin ve yıldızların evrimi üzerine araştırmalar yaptı. 1961-1973 yılları arasında NASA’da çalıştı. Ardından Türkiye’ye dönerek Orta Doğu Teknik Üniversitesinde astrofizik ana bilim dalını kurdu. NASA’da çalıştığı dönemde “Ay’a İniş” projesine sunduğu katkılarından ötürü Apollo Ödülü ile onurlandırıldı. Yaşamıyla bilim alanında kariyer yapmak isteyen çok sayıda kadına ilham olan Dilhan Eryurt 2012 yılında hayatını kaybetti.

Cumhuriyetin 100 Yıllık Tarihinde Sanatta İz Bırakanlar

Mustafa Kemal Atatürk'ün, "Sanatsız kalan bir milletin hayat damarlarından biri kopmuş gibidir" sözü, sanatın bir milletin ruhunu ve kimliğini ifade etmede ne kadar kritik bir rol oynadığını vurgular. Kültür ve sanat bir ülkenin gelişmişlik düzeyiyle doğrudan ilgilidir. Bu nedenle yeni kurulmuş Türkiye Cumhuriyeti sanatın geniş kitlelere ulaşmasını ve genç sanatçılar yetişmesini sağlayacak bir dizi proje gerçekleştirdi. Yetenekli gençler yurt dışında eğitim almaya gönderildi, konservatuvarlar, sinema ve tiyatro salonları ile müzeler açıldı. “Yurt Gezileri” adı verilen bir program kapsamında, toplumla sanatçıyı kaynaştırmak ve sanatı Anadolu’ya taşımak amacıyla ressamlar farklı illere gönderildi. Bütün bu çalışmalar kısa sürede meyvesini vermeye başladı. Şimdi gelin müzik, resim, heykel, seramik ve tiyatro alanlarında Cumhuriyetin ilk yüzyılında yetişmiş ve kendilerinden sonra gelen kuşakların önünü açmış beş sembol ismi hatırlayalım.

Cemal Reşit Rey

Onuncu Yıl Marşı ve Lüküs Hayat Opereti’nin de aralarında olduğu onlarca esere hayat vermiş olan Cemal Reşit Rey, Türk klasik müzik geleneğinin oluşmasına öncülük etmiş besteci, piyanist ve orkestra şefidir. Cumhuriyet tarihinin ilk kuşak bestecilerinden biri olarak Ahmet Adnan Saygun, Ulvi Cemal Erkin, Hasan Ferit Alnar ve Necil Kazım Akses ile birlikte “Türk Beşleri” arasında yer alır. 1904 yılında dünyaya gelen Rey vals türündeki ilk eserini henüz sekiz yaşındayken besteledi. Küçük yaşlarda ortaya çıkan yeteneği, Paris ve Cenevre’de müzik eğitimi almasının önünü açtı. 1923 yılında Türkiye’ye döndü ve İstanbul Belediye Konservatuvarında göreve başlayarak genç Cumhuriyetin sanat dünyası içinde yerini aldı. Türk müziğine büyük katkılarda bulunan sanatçının eserleri arasında konçertolar, senfonik şiirler, operetler, marşlar, şarkılar ve halk türkülerinin çoksesli uyarlamaları bulunmaktadır.

Bedri Rahmi Eyüpoğlu

Cumhuriyet döneminin farklı disiplinlerde eserler veren çok yönlü sanatçılarından birisi olan Bedri Rahmi Eyüpoğlu, 1911 yılında Giresun’da dünyaya geldi. İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisinde başlayıp Paris’te sürdürdüğü resim öğreniminin ardından yurda döndü ve yaşamı boyunca akademide ders vermeye devam etti. Bedri Rahmi, halk sanatından ve edebiyatından beslenerek ürettiği eserlerinde Anadolu’nun renklerini, motiflerini ve kültürünü yansıttı. Duvar resimlerinden mozaik panolara, seramikten gravüre kadar pek çok alanda sayısız eser verdi. Aralarında neredeyse hepimizin sözlerini ezbere bildiği Karadut ve Sitem gibi şiirleriyle geniş kitlelere ulaşmayı başardı.

İlhan Koman

Türk heykel sanatının en önemli isimlerinden birisi olan ve dünyada “Türk Da Vinci” olarak tanınan İlhan Koman, 1921 yılında Edirne’de doğdu. Eğitimini İstanbul Güzel Sanatlar Akademisinde tamamladı. İlhan Koman'ın eserleri genellikle soyut formlar, deneysel kompozisyonlar ve hareketi temsil eden figürler içerir. Özellikle hareketi yakalamak için metal ve cam gibi malzemeleri kullanmasıyla tanınır. Heykel sanatındaki geleneksel sınırları aşarak çağdaş bir yaklaşım benimsedi ve farklı tekniklerle dikkat çekici eserler ortaya koydu.

Uzun yıllar boyunca İstanbul’un en işlek bulvarından geçenleri kendine hayran bırakan, bugünlerde Beyoğlu’nda yürüyenleri selamlayan ünlü Akdeniz heykeli ve Anıtkabir’in kuzey rölyefleri en önemli eserlerindendir. Koman, 1986 yılında hayata veda etti.

Füreya Koral

Türkiye’nin ilk çağdaş seramik sanatçısı olan Füreya Koral, sanatçı bir ailenin içinde, 1910 yılında dünyaya geldi. Seramikle tanışması 40’lı yaşlarının başında olmasına rağmen üretkenliği ve neredeyse sanatın her alanından beslenen çalışmaları ile dünyaca tanınan eserlere imza attı. Ülkemizin ilk seramik sanat atölyesini kurdu ve bu atölyede Alev Ebuzziya, Müfide Çalık gibi geleceğin usta seramik sanatçılarını yetiştirdi. Müzelere ve galerilere hapsolmuş sanat eserlerinden ziyade insanla içi içe olan ve insanla sanatın etkileşim içinde olduğu eserler üretmeyi tercih etti. Bu nedenle seramik sanatının mimaride kullanılmasını çok önemsedi. Bugün İstanbul’da ya da Ankara’da pek çok önemli yapıda farkında olmasak bile onun eserlerinin önünden geçip gidiyoruz. En önemli eserleri arasında Ankara Ulus Çarşısı, İstanbul Manifaturacılar Çarşısı, İstanbul Ziraat Bankası ve Divan Oteli için yaptığı panolar bulunuyor. Füreya Koral, 1997 yılında hayata veda etti

Muhsin Ertuğrul

Çağdaş tiyatromuzun batılı anlamda kurucusu olarak kabul edilen ve sinema alanında da çok önemli eserler veren Muhsin Ertuğrul 1892 yılında dünyaya geldi. Tiyatro yolculuğuna oyuncu olarak başladı. Ailesinin karşı çıkmasına rağmen Paris’e giderek tiyatro eğitimi aldı. İstanbul’a döndükten sonra oyuncu ve yönetmen olarak çalıştı. Sonrasında İstanbul Şehir Tiyatroları adını alacak olan Darülbedayi’nin kuruluş çalışmalarına destek oldu. Sinema ile ilgilenmeye başladı ve 1921-1924 yılları arasında, Türk Kurtuluş Savaşı’nın ilk belgesel filmi kabul edilen “Zafer Yolları” da dahil olmak üzere altı film çekti. Kurduğu tiyatro topluluğunda öğrenciler için ilk indirimli bilet uygulamasını başlattı. 1927 yılında Darülbedayi’nin sanat yönetmeni oldu ve kuruma bir şehir tiyatrosu kimliği kazandırdı. Belediyeye bağlı bir tiyatro meslek okulunun kurulmasına öncülük etti. İlk düzenli çocuk oyunlarını başlattı. Bu dönemde Türkiye’nin ilk sesli filmlerini de çekti. 1949 yılında yeni kurulan Devlet Tiyatrolarının genel müdürlüğüne getirildi. Şehir Tiyatroları ve Devlet Tiyatroları arasında gidip geldiği uzun ve etkileyici bir kariyere imza attı. Son olarak 82 yaşındayken atandığı Şehir Tiyatroları Genel Sanat Yönetmenliği görevinde semt tiyatrosu, gezici tiyatro, öğle tiyatrosu gibi farklı uygulamalarla adeta bir tiyatro seferberliği başlattı. Muhsin Ertuğrul 1970 yılında hayatını kaybetti.

Olimpiyatlarda Göğsümüzü Kabartanlar

Spordaki gelişmeler ve başarılar, kültürel, ekonomik ve toplumsal hayatın bir yansımasıdır. Kitleleri bir araya getirme gücüne sahip olan spor, Cumhuriyet ilan edildikten sonra bir devlet politikası olarak kabul edildi ve bu politikaların yürütülmesi için ilk resmi kurumlar kuruldu. Ancak modern dünyanın en büyük spor organizasyonu olan olimpiyat yolculuğumuz hepsinden önce, hemen Cumhuriyetin ilanının ertesi yılında başladı. Tanınma mücadelesi veren genç Türk Devleti, olimpiyatları önemli bir fırsat olarak gördü ve resmi olarak ilk defa 1924 Paris Olimpiyatlarına katıldı. Zor koşullara ve kısıtlı kaynaklara rağmen futbol, güreş, atletizm, eskrim ve bisiklet dallarında 40 sporcumuz Paris’e gönderildi. O gün önemli başarılar elde edemesek de bugün hem olimpiyatlarda hem de farklı organizasyonlarda hem de olimpiyatlarda altın madalya kazanan, rekorlar kıran ve bayrağımızı göndere çeken pek çok sporcumuz var. Aşağıda tanıtacağımız farklı branştan dört sporcumuzun nezdinde tüm başarılı sporcularımızı sevgiyle selamlıyoruz.

Naim Süleymanoğlu

Tüm zamanların en iyi haltercisi olarak kabul edilen Naim Süleymanoğlu 1967 yılında Bulgaristan’ın Kırcaali kentinde dünyaya geldi. Haltere 10 yaşında başladı ve ilk dünya rekorunu henüz 16 yaşındayken kırdı. Bulgaristan’da Türklere uygulanan baskılardan kurtulmak için 1986 yılında Türkiye’ye iltica etti. Türkiye adına ilk kez 1988 yılında Seul Olimpiyatlarında yarıştı ve altın madalya kazandı. Bu yarışmada vücut ağırlığının üç katını kaldırarak tarihe geçti. Minyon yapısına rağmen olağanüstü güçlü olması nedeniyle “Cep Herkülü” olarak anılmaya başlandı. Süleymanoğlu kariyeri boyunca üç olimpiyat altın madalyası, yedi dünya şampiyonluğu ve altı Avrupa şampiyonluğu elde etti. 46 kere dünya rekoru kırdı. 2017 yılında, henüz çok erken yaşta aramızdan ayrıldı.

Taha Akgül

Güreş dalında olimpiyat oyunlarında kazandığımız son altın madalyanın sahibi olan Taha Akgül 1990 yılında Sivas’ta dünyaya geldi. Karamanoğlu Mehmet Bey Üniversitesi Beden Eğitimi Bölümünün ardından Sivas Cumhuriyet Üniversitesi Sağlık Bilimler Enstitüsü Beden Eğitimi ve Spor Bölümünde yüksek lisansını tamamladı. Kariyerini Ankara ASKİ Spor Kulübünde sürdüren sporcumuz, 2016 yılında Rio Olimpiyatlarında serbest stil 125 kiloda altın madalya kazandı. Üç kez dünya ve on kez Avrupa şampiyonu oldu. Avrupa’nın serbest güreş tarihinde en fazla şampiyon olan sporcusu olma başarısını elde etti.

Mete Gazoz

Türk okçuluk tarihinin ilk olimpiyat ve dünya şampiyonu olan Mete Gazoz, 1999 yılında dünyaya geldi. Okçuluğa 2010 yılında başladı. İlk uluslararası başarısını Çin’de düzenlenen 2013 Dünya Gençlik Okçuluk Şampiyonasında gümüş madalya kazanarak elde etti. 17 yaşında katıldığı 2016 Yaz Olimpiyatlarında kafilenin en genç sporcusu oldu. 2018 yılında Berlin’de düzenlenen Dünya Kupasında dört altın madalya kazandı ve “Yılın En İyi Çıkış Yapan Sporcusu” ilan edildi. 2020 Tokyo Olimpiyatlarında altın madalya kazanarak Olimpiyat Şampiyonu oldu. Ardından 2023 Dünya Okçuluk Şampiyonasında altın madalya kazandı.

Busenaz Sürmeneli

Ülkemizin boks tarihindeki ilk olimpiyat şampiyonu olan Busenaz Sürmeli, 1998 yılında dünyaya geldi. Spor hayatına 10 yaşında başladı. 2013 yılında Yıldızlar Türkiye Şampiyonu oldu. İlk uluslararası başarısını yine aynı yıl Macaristan’da düzenlenen Yıldız Kadınlar Avrupa Birliği Ülkeleri Boks Şampiyonasında ikinci olarak kazandı. Başarılarla dolu spor kariyerinin en büyük ödülünü 2020 yılında Tokyo Olimpiyatlarında 69 kiloda altın madalya kazanarak aldı.

Bilimin Işığında Yolumuzu Aydınlatanlar

Genç Türk Devleti için cumhuriyet hem yeni bir yönetim şeklini hem de çağdaş yaşamı temsil ediyordu. Hedef, Türk toplumunu bilim ve teknoloji ışığında çağdaş uygarlık seviyesinin üzerine çıkarmaktı. Atatürk’ün 1924 yılında “Efendiler, dünyada her şey için, uygarlık için, muvaffakiyet için en hakiki mürşid ilimdir, fendir.” sözü bu hedefi çok net bir şekilde ortaya koyuyordu. Ancak aşılması gereken pek çok engel vardı. Cumhuriyet’in ilk yıllarının kısıtlı olanaklarına rağmen, bilimsel temellere dayanarak sürdürülen salgın hastalıklarla mücadele ve elde edilen başarı halkın modern bilime ve tıbba olan güveninin artmasını sağladı. Eğitim reformlarıyla fen bilimleri ve sosyal bilimler okul müfredatlarının bir parçası haline getirildi. Bilim adamları yetiştirmek, bilimsel araştırmalar yapan üniversiteler kurmak ekonomik ve kültürel olarak kalkınmanın en önemli adımlarından birisiydi. Bu nedenle bilimsel performans anlamında yetersiz kalan Darülfünün’un yapısı değiştirildi ve 1933 yılında İstanbul Üniversitesi kuruldu. Yüksek Mühendis Mektebine yeni bölümler eklendi. 1944 yılında hepsi İstanbul Teknik Üniversitesi çatısı altında toplandı. Almanya’dan gelen bilim insanlarının bu okullarda görev alması sağlandı. 1946 yılında Ankara Üniversitesi açıldı. Şimdi, bu kurumlardan yetişmiş, araştırmalarıyla ve başarılarıyla tüm dünyada tanınan ve yolumuzu aydınlatan bilim insanlarımızı tanıyalım.

Hulusi Behçet

Dermatoloji uzmanı ve bilim insanı olan Hulusi Behçet, 1937 yılında bir kan damarı enflamasyonu hastalığı olan ve bugün kendi adıyla anılan Behçet hastalığını tanımlamayı başaran ilk kişidir. 1889 yılında dünyaya geldi. Tıp eğitimini Gülhane Askeri Tıp Mektebinde tamamladı. Ardından dermatoloji ve zührevi hastalıklar alanında ihtisas yaptı. 1. Dünya Savaşı'ndan sonra Budapeşte ve Berlin’e giderek mesleki bilgisini geliştirdi. Türkiye’ye döndükten sonra çeşitli hastanelerde hekim ve başhekim olarak görev yaptı. Şark çıbanı üzerine çalışmalar gerçekleştirdi. 1933 yılında profesör olarak İstanbul Üniversitesi Deri Hastalıkları ve Frengi Kliniğine atandı. Dört yıl sonra ordinaryüs profesör oldu. Bazı hastalarında gözlemlediği; cilt yaralarına ve damarlarda iltihaba neden olan, tüm organları etkileyebilen kronik bir hastalığı tanımlayarak literatüre girmesini sağladı. Bu hastalığa daha sonra “Mörbus Behçet” ya da “Behçet Sendromu” adı verildi. Hulusi Behçet, 1948 yılında hayatını kaybetti.

Cahit Arf

İsmini tüm dünyanın bildiği ve 10 TL’lik banknotlar üzerinde resmi bulunan matematikçi Cahit Arf, 1910 yılında dünyaya geldi. Yüksek eğitimini 1932 yılında Fransa’da École Normale Supérieure’de, doktorasını Almanya’da tamamladı. Türkiye’ye döndüğünde İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesinde profesör olarak görev yaptı. 1962 yılına kadar çalıştığı kurumda ordinaryüs profesörlüğe yükseldi. 1964 yılında Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurumunun ilk bilim kurulu başkanı oldu. Cahit Arf, “Arf Sabiti”, “Arf Halkaları” ve “Arf Kapanışları” gibi terimleri bularak, matematik ve bilim dünyasına önemli katkılarda bulundu. Alman matematikçi Helmut Hesse ile birlikte, Hesse-Arf Kuramı’nı geliştirdi. Günümüz matematiğinde hâlâ sabit formül olarak kullanılan Arf Teoremi, pek çok araştırmaya ön ayak oldu.

Aziz Sancar

Doktor, akademisyen, biyokimyager ve moleküler biyolog olan Aziz Sancar, yapmış olduğu çalışmalarla 2015 yılında Nobel Kimya Ödülü’nü kazandı ve bu ödülü kazanan ilk Türk bilim insanı oldu. 1946 yılında Mardin’de dünyaya gelen Sancar, tıp eğitimini İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesinde birinci olarak tamamladı. Ardından Amerika Birleşik Devletleri’ne giderek çalışmalarına orada devam etti. Sancar, hücrelerin hasar gören DNA'ları nasıl onardığını ve genetik bilgisini koruduğunu haritalandıran araştırmaları nedeniyle 2015'te Nobel Kimya Ödülü'ne layık bulundu. Aynı yıl ABD Ulusal Bilimler Akademisine kabul edildi. Bilim dünyasının en prestijli üyeliklerinden birisi olan kuruma seçilen ilk Türk-Amerikalı bilim insanı oldu. Bilimsel çalışmalarının yanı sıra, eşi ile birlikte ABD’de okuyan Türk öğrencilere yardım etmek amacıyla Aziz-Gwen Sancar Vakfını kurdu.

Yeni Yüzyılın Mimarları: Cumhuriyetin Yüzleri

Bu yazı ile Cumhuriyetimize bilimin, sanatın, sporun ışığında emek veren, yolumuzu aydınlatan, geleceğe umutla bakmamızı sağlayanlara saygımızı ve teşekkürlerimizi ifade etmeye çalıştık. Aslında bu ülkede doğan, vatanına sevgiyle bağlı olan, üreten ve değer katan bireyler olarak hepimiz Cumhuriyetin aydınlık yüzleriyiz.

İşte bu düşünce ile; bugüne kadar üç milyonu aşkın çocuğumuzu Cumhuriyet’in temel ilke ve değerleri ışığında nitelikli eğitimle buluşturan, hayallerine destek veren Türkiye Eğitim Gönüllüleri Vakfı, Cumhuriyetin 100. Yılında Cumhuriyetimizin Yüzleri kampanyasını hayata geçirdi. Kampanya kapsamında Cumhuriyetin aydınlık yüzleri ile hazırlanan Atatürk portresinde yer almak için fotoğrafınızı yükleyebilir, 100. yıl hatırası olarak paylaşabilir, hatta bağışlarınızla çocuklarımızın nitelikli eğitimle buluşmasına katkı sağlayabilirsiniz.

Biz de Türkiye Finans olarak yeni yüz yılımıza yön verecek sanatçıların, bilim insanlarının, sporcuların yetişmesine destek olmak amacıyla, Cumhuriyetin 100. yılında 100 çocuğumuzun eğitimine destek olarak TEGV kampanyasında yerimizi alacağız.

100’ümüzde Gelecek Var!

Cumhuriyetimizin ilk yüz yılı geride kalırken, sahip olduğumuz potansiyelin bizi daha aydınlık bir geleceğe ve yeni yüz yıllara taşıyacağına inanıyoruz. Bu fikirden yola çıkarak yeni yaşımızı, “100’ümüzde Gelecek Var” teması ile hazırladığımız iki filmle karşılıyoruz.

İlk filmde spor, sanat, teknolojiyle ilgilenen banka çalışanlarımızı sizinle tanıştırmak istiyoruz. Onların bu alanlardaki tutku ve becerileri, size en iyi finansal hizmeti sağlamanın yanı sıra ülkemize ve içinde yaşadığımız topluma fayda sağlama yolunda hepimizin sahip olduğu azmi ve isteği temsil ediyor.

İkinci filmimizde ise küçük bir çocuğun Cumhuriyet Bayramı heyecanını birlikte yaşıyor, geleceğe dair umutlarımızı Cumhuriyetimizin geleceğinin gözünden sizinle paylaşıyoruz.

Gelecekteki başarılara olan inancımızla, Cumhuriyetimizin 100. yaşını kutlamanın gururunu ve mutluluğunu yaşıyoruz. Biz yüzümüzü geleceğe çevirdik, bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra Türkiye’nin büyümesine ve gelişmesine destek vermeye devam edeceğiz.

​​

En Çok Okunan Bloglar