Navigasyonu görüntüle İçeriği görüntüle

Tüm Renkleri Buluşturan Güzellikleriyle Hoş Geldin Ramazan!

​​Gecenin semasını aydınlatacak, yürekleri huzurla dolduracak vakit geldi ve gökyüzünde özlemle beklenen Ramazan hilali belirdi. Nefsimizi oruç ile arındırırken dualarımızla ruhlarımızı besleyeceğimiz on bir ayın sultanını bir kez daha karşılamanın şükrünü ve mutluluğunu yaşıyoruz.

Ramazan ayı; bize özel gelenekleri ile manevi değerlerimizi ön plana çıkaran, toplumsal birlik ve beraberliğimizi pekiştiren ve kuşaktan kuşağa aktarılan çok zengin bir kültürel mirası da bünyesinde barındırıyor. Bu kültürel miras; yüreklerimize ve zihinlerimize yerleşen renkleri, kokuları, sesleri ile manevi yolculuğumuzu unutulmaz kılıyor.

Bu yazımızda Ramazan ayı ile özdeşleşen ve bizi biz yapan değerlerimize birlikte göz atacağız. Neler yok ki içlerinde; pide kuyrukları, heyecanla beklediğimiz top atışı, ailenin tüm üyelerini bir araya getiren iftar ve sahur sofraları, maniler eşliğinde sokakları inleten davul sesleri, mahya ışıklarıyla aydınlanmış camiler, Hacivat ve Karagöz’ün bitmeyen atışmaları ve günler öncesinden başlayan bayram hazırlıkları ilk anda aklımıza gelenler.

Bu yıl Türkiye Finans olarak Ramazan ayının yüreklerimizi birleştiren renklerini, yüzyılların imbiğinden sabırla süzülüp gelen ve renkleri suyla birleştiren ebru sanatı ile anlatmak istedik. Öncelikle teknesi ve renkleriyle projemize hayat veren, yenilikçi yaklaşımıyla geleneği geleceğe taşıyan Garip Ay’ı ve “Ramazan’ın Renkleri” projemizi sizlere daha yakından tanıtmak istiyoruz.

Birlik ve beraberlik içinde, sevgi ve merhamet dolu bir Ramazan geçirmeniz dileğiyle.

Hoş geldin 11 ayın en ebrulisi!

Garip Ay ile Ramazan’ın Renkleri  

Garip Ay ile Ramazan’ın Renkleri

Tarihi yüzyıllar öncesine dayanan geleneksel bir Türk el sanatı olan ebruya modern bakış açısı getiren ve adeta performans sanatı olarak yorumlayan Garip Ay, 1984 yılında Siirt’te dünyaya geldi. Resme ilgisi küçük yaşlarda başladı. Diyarbakır Güzel Sanatlar Lisesinin ardından Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Geleneksel Türk Sanatları bölümünden mezun oldu. Ebru sanatı ile üniversite yıllarında tanıştı. Ebrunun bir dokunuşla değişen akıcı ve dinamik yapısını, yeni teknikler ve malzemelerin yanı sıra resim ve grafik sanatlarıyla birleştirdi. Van Gogh’un ünlü tablosu Yıldızlı Gece’yi ebru dokunuşlarıyla yeniden oluşturduğu çalışması uluslararası alanda tanınmasını sağladı.

Sanatçıyı çağdaşlarından ayıran en önemli özelliğinin, ebruyu kâğıt üzerinde sergilenen bir eser olmaktan çıkarması ve eserin oluşma sürecine izleyicileri dahil etmesi olduğunu söyleyebiliriz. Bugün Garip Ay’ın suyun üzerinde renklerle anlattığı hikâyeler video sanatı olarak defalarca izleniyor ya da mapping uygulamalarıyla mekanlara hayat veriyor ve izleyicilerine benzersiz görsel deneyimler yaşatıyor.

Türkiye Finans’ın Garip Ay ile birlikte gerçekleştirdiği Ramazan’ın Renkleri projesinin ilk filmi de Ramazan ayının gelişini müjdeleyen ilk hilalin görünmesini ve verdiği huzurun hikâyesini; sanatçının fırçasıyla suyun üzerinde şekillenen gece, hilal, cami ve parlayan yıldızlarla anlatıyor.

Ramazan Hilali

Günümüz teknolojisi Ay’ın hareketlerini saniyelerle takip etmemizi, tarih ve saatleri en doğru şekilde hesaplamamızı sağlasa da Ramazan hilalinin görünmesini beklemek önemli bir Ramazan geleneği olmayı sürdürüyor. Hem dinî hem de kültürel bir öneme sahip olan Ramazan hilalini gözleme geleneği, dinimizde vakitlerin belirlenmesinde kameri takvimin yani Ay’ın hareketlerinin esas alınmasından kaynaklanıyor.

Peygamberimizin “(Ramazan ayının) hilâlini gördüğünüzde oruç tutun. (Şevvâl ayının) hilâlini gördüğünüzde de bayram edin.” hadisi uyarınca gözlem ölçüm araçlarının henüz gelişmediği dönemlerde Ramazan ayının başlangıcını tespit etmek için hilalin gözlenmesi gerekiyordu. Osmanlı imparatorluğu döneminde bu görevi yerine getirecek olan kişiler dürüst, suç işlememiş kişiler arasından seçilir, hilal gözüktüğü zaman önceden hazırlanmış olan mahya kandilleri yakılır, ilk Ramazan davulları çalınır ve ahalinin Ramazan’ın başladığından haberdar olması sağlanırdı. Hilali gören kişilere hediyeler verilmesi de ayrı bir gelenekti.

Ramazan Mahyaları

Ramazan ayının belki de en önemli sembolü camilerin mahyalarla süslenmesidir. İslam dünyasında sadece ülkemizde uygulanan bu gelenek, adını “aylık” anlamına gelen “mahiyye” kelimesinden alıyor ve minareler arasında iple kandiller asılarak oluşturan yazı veya şekil” anlamına geliyor. Mahyaların ilk ne zaman kurulduğu tam olarak bilinmiyor. Ancak 1578-1581 yılları arasında İstanbul’da olan Salomon Schweigger, seyahatnamesinde Ramazan ayı ile ilgili gözlemlerini anlatırken mahyalardan şu şekilde bahsediyor: “Ramazanda camilerin iki minaresi arasına bir ip gerilir. Bu gerilen ipe bağlanan kısa ve uzun başka ipler bulunur ve bu iplere kandiller asılır. Böylece dolunay ya da hilal gibi bir görüntü oluşturulur. İki yüz veya daha fazla kandille oluşturulan bu mahyalarda başka şekiller de nakşedilir. Çok görkemli görüntüler meydana getirilir.”

Selatin camilerinde mahyanın yaygınlaşmasının III. Ahmed döneminde olduğu biliniyor. Mahyanın sadece selatin camilerinde uygulanmasının sebebi ise iki minare arasına kuruluyor olmasıdır. Hanedandan olmayanların çok minareli cami yaptırmasına izin verilmediği için mahyalar çok uzun bir süre selatin camileriyle özdeşleşmiştir.

Günümüzde mahyacılık, teknolojik gelişmelerle birlikte bazı değişiklikler geçirmiş olsa da, Ramazan ayının vazgeçilmez geleneklerinden biri olarak devam ediyor. Geleneksel olarak yağ kandilleri ile yapılan ve yapımı ustalık gerektiren mahyalar artık elektrik lambaları ve LED ışıklandırma ile aydınlatılıyor, dolayısıyla daha kolay uygulanabiliyor. Ancak hâlâ bu alanda yetişmiş ustalar tarafından hazırlanan yazılar ve resimler kullanılıyor.

Mahyacılık önemli ölçüde değişmiş olsa da Osmanlı’dan günümüze kadar gelen ve Ramazan ayının manevi atmosferini zenginleştiren bir kültürel miras olarak korunmaya devam ediyor.

Ramazan Davulcuları ve Maniler

Ramazan ayının önemli ve ayrılmaz bir rengi de hiç kuşkusuz Ramazan davulcuları. Çalar saatlerin, telefonların olmadığı dönemde sahura kalkacak olanları davul çalarak uyandırmak büyük önem taşıyordu. Ramazan’ın ilk davulu hilal gözlendikten sonra çalınır ve tüm ahaliye Ramazan’ın başladığı haber verilirdi. Sahur için davul çalma görevi mahalle bekçilerine aitti. Ancak davulun usulüne uygun olarak çalınabilmesi için davul çalmayı işin ustalarından öğrenmeleri zorunluydu. Davulu makamına uygun ve her sokakta farklı bir ahenkle çalmak adetti. Davula eşlik eden maniler ise ayrı bir yetenek gerektiriyordu.

Bugün az da olsa bazı bölgelerimizde devam eden Ramazan manileri sekiz heceli dörtlüklerden oluşur; bölgelere, Ramazan ayının mevsimine, toplumda ses getiren olaylara ya da mahalle sakinlerine göre değişkenlik gösterirdi. Elimizde fazla kaynak olmasa da maniler üzerinden Ramazan kültürüne ait pek çok bilgiye erişmemiz mümkün. Camilerde kandillerin yakılması, mahyaların kurulması, mahallede yaşanan olaylar, baklavadan böreğe sayısız yemek, bayram hazırlıkları manilerin konusu olmuştur.

Bugün uyanmak için davulculara ihtiyaç duymuyoruz. Ayrıca giderek büyüyen şehirler sokak sokak dolaşan davulcular için hayli zorlayıcı. Ancak sayıları giderek azalsa da Ramazan davulcularını hâlâ duymak mümkün.

İftar Topu

İlk olarak Sultan II. Mahmud döneminde,1835 yılında, Mevlid Kandili’nde yapılan top atışının halk arasında çok sevilmesinin ardından, kısa sürede Ramazan’da iftar vakitlerinde atılması gelenek haline gelmiştir. İlk iftar topu atışının Anadolu Hisarı’ndan yapıldığı, zamanla Rumeli Hisarı ve Yedikule surlarından da top atışı yapılmaya başlandığı biliniyor. Osmanlı coğrafyasında geniş bir alanda yer bulan top atma geleneği Kudüs, Ürdün, Malezya gibi ülkelerde de sürdürülüyor.

Günümüzde, özellikle büyük şehirlerde hemen her yerden duyulacak top atışı yapmak pek mümkün değil. Ancak bu gelenek yeni düzenlemelerle devam ediyor. İstanbul’da Ramazan ayının ilk iftar topu her yıl Sultanahmet Meydanı’nda atılıyor. Olası tehlikelerin önüne geçmek için top atan kişilerin “ateşleyici yeterlilik belgesi” sahibi olması gerekiyor.

İftar ve Sahur Sofraları

Ramazan ayı, birlik ve beraberliğin, paylaşmanın ve maneviyatın ön plana çıktığı çok özel bir zaman dilimi. Bu mübarek ayın en önemli ritüellerinden biri de kuşkusuz iftar ve sahur sofraları. Uzun bir orucun ardından adeta bir şölen havasında kurulan iftar sofraları değişen yaşam koşullarına rağmen bugün bile ailenin ve dostların bir araya gelerek günün yorgunluğunu ve manevi hazzı paylaştığı özel anlara dönüşüyor. Birlikte edilen dualar ve sohbetler iftar sofralarının önemini artırıyor. Komşuların ve ihtiyaç sahiplerinin sofralara davet edilmesi paylaşmanın ve dayanışmanın ruhunu yansıtıyor. Ramazan ayının bereketi ve paylaşım kültürü iftar sofralarında en somut haliyle kendini gösteriyor.

Yeni bir güne başlamanın ve oruca niyet etmenin heyecanını taşıyan sahur sofraları ise beslenmenin ötesine geçerek ailelerin birlik duygusunu pekiştiriyor. Birlikte kalkmak, sahur hazırlığı yapmak ve yeni güne niyet etmek tüm ailenin paylaştığı manevi bir atmosfer oluşturuyor.

Sofra kurmak birlik olmanın ve paylaşmanın en önemli sembollerinden birisi. Şehir meydanlarında kurulan iftar sofraları ya da yardım amaçlı verilen iftar yemekleri de zengin fakir ayırt etmeden herkesin bir araya gelmesini ve ortak bir değeri paylaşmasını sağlıyor.

İftar ve sahur sofralarının hepimizin ortak hafızasında yer etmiş çok özel ritüelleri ve lezzetleri bulunuyor. Yüzlerce yıldır bu topraklarda yaşamış herkesin sıcak bir pidenin mutluluğunu yaşadığını ya da iftar sonrasında ağızlarını güllaç ile tatlandırdıklarını bilmek aidiyet duygumuzu güçlendiriyor. Şimdi gelin Ramazan ayının bu çok özel iki lezzetine biraz daha yakından bakalım.

Ramazan Pidesi

Sadece bir ekmek türü olmanın ötesinde, zengin bir kültürel mirasın da taşıyıcısı olan pide, Ramazan ayına özel mayalı ve yassı bir ekmek türü. Tarihi 15. ve 16. yüzyıllara kadar uzanıyor. Güzel bir pideyi şekillendirmek ve pişirmek ustalık isteyen bir iş. Seri üretime uygun olmayan, ekmeğe göre daha cıvık kıvamlı bir hamurdan yapılıyor ve bu nedenle genellikle Ramazan ayında üretiliyor. Osmanlı döneminde Ramazan ayı yaklaşırken pide yapımı için Anadolu’dan özel unlar getirildiği ve pideyi şekillendiren ustaların tutulduğu biliniyor. Bugün bile iftar saati yaklaşırken fırınların önünde pide kuyrukları oluşuyor.

Güllaç

Günümüzde de Ramazan sofralarının vazgeçilmezi olan güllaç, Türk mutfağının zenginliğini ve kültürel mirasını yansıtan özel bir tatlı olarak kalmaya devam ediyor. Güllaç tatlısının ilk ne zaman ve nerede ortaya çıktığına dair kesin bir kayıt bulunmuyor. Ancak 13. yüzyılda Anadolu’da, 15. yüzyılda ise saray mutfağında yapılmaya başlandığı düşünülüyor.

Güllaç, mısır nişastası ve su ile yapılan güllaç yapraklarının süt ve gül suyundan oluşan bir şerbetle bir araya getirilmesiyle hazırlanıyor. Tarif basit gibi görünse de kıvamını ayarlamak ustalık istiyor. Mevsimine göre nar ya da vişne gibi meyvelerle süslenerek ikram ediliyor. Hafif ve lezzetli bir tatlı olması, kolay hazmedilmesi güllacı Ramazan ayının en özel renklerinden biri haline getiriyor.

Ramazan Eğlenceleri: Karagöz ve Hacivat

Ramazan ayının kültürel hafızamızdaki en güçlü yansımalarından birisi kuşkusuz Karagöz ve Hacivat’ın bitmeyen atışmaları. Bunun nedeni yüzyıllar boyunca halk arasında Ramazan ayının vazgeçilmez eğlencesi olmasından kaynaklanıyor. Karagöz ustalarının Ramazan ayının her gecesine özel ayrı bir oyun hazırladığı biliniyor.

Geleneksel Türk tiyatrosunun en önemli değerlerinden birisi olan Karagöz ve Hacivat aslında bir gölge oyunu. Deriden kesilerek hazırlanan ve bir çubuğa bağlanarak hareket ettirilen nesnelerin gölgelerinin, bir ışık kaynağı yardımıyla perdeye düşürülmesi ile sergileniyor. Her oyun birbirinden bağımsız dört bölümden oluşuyor ve hayalî, hayalci ya da Karagözcü adı verilen tek bir kişi tarafından oynatılıyor.

“Yar bana bir eğlence” diye başlayan “Yıktın perdeyi eyledin viran” ile biten oyunlarda Karagöz; okumamış, biraz patavatsız, düşünmeden tepki gösteren ve genellikle işsiz bir halk adamıdır. Hacivat ise okumuş, kendini beğenmiş, nabza göre şerbet veren, kurnaz bir karaktere sahiptir. Oyunların dinamiği, farklı yan karakterlerin de desteği ile ikili arasındaki yanlış anlaşılmalara ve dalga geçmelere dayanır. Karagöz ve Hacivat’ın gerçekten yaşamış oldukları düşünülüyor. Ancak bu konuda birbirinden farklı çok fazla rivayet bulunuyor.

Yüzlerce yıl önce Şeyh Küşteri’nin hayal sahnesi ile başlayan ve usta çırak ilişkisi ile günümüze ulaşan bu hikâyelerin geleceğe aktarılması da büyük önem taşıyor. Bu amaçla Milletlerarası Kukla ve Gölge Oyunu Birliği (UNIMA) Türkiye Milli Merkezi tarafından, Karagöz’ün gelecek kuşaklara aktarılmasını sağlayacak, üyelerinin ve Karagöz sanatçılarının Karagöz’e dair bilgilere ulaşabilecekleri bir ağ oluşturuldu. Ayrıca Karagöz, 2009 yılında ülkemiz tarafından İnsanlığın Somut Olmayan Kültürel Mirası Temsili Listesi’ne kaydettirildi.

Toplumsal Dayanışma ve Paylaşma

Ramazan, fedakârlık ve nefsine hakim olma ayı olduğu kadar daha az şanslı olanlarla empati kurma ve dayanışma ayıdır. Merhamet, paylaşma, sosyal adalet kavramlarına önem veren dinimiz, sahip olduğumuz maddi imkanları bizimle aynı koşullarda olmayanlarla paylaşabilmemizi sağlayan çok sayıda fırsat sunuyor. Bu nedenle hepimiz sadaka vererek, gelirimizin zekâtını ödeyerek ya da fitre yardımı yaparak muhtaçlara, kimsesizlere, yetimlere, borçlulara destek olmaya, zarar ve felakete uğramış insanlara el uzatmaya çalışıyoruz. Sahip olduğumuz bu dayanışma ve yardımlaşma kültürü toplumun farklı kesimleri arasındaki engellerin aşılmasına, hayır işi yapanlar ve alanlar arasında bir sorumluluk duygusu oluşmasına yardımcı oluyor ve birbirimize çok güçlü bağlarla bağlı olduğumuzu gösteriyor.

Öncelikle yakın çevremizden başlayarak ihtiyaç sahiplerine ulaşmamız ve destek olmamız gerekiyor. Günümüzün teknolojik olanakları hiç görmediğimiz, normal şartlarda ulaşmamızın mümkün olmadığı kişilere destek olmamıza da olanak sağlıyor. Ramazan ayında yapmayı planladığınız fitre ve zekat yardımlarınızı güvenilir kişiler ve kuruluşlar aracılığı ile ihtiyaç sahiplerine ulaştırabilir; Türkiye Finans Mobil Şube ve İnternet Şubesi üzerinden Kızılay, AFAD, Darüşşafaka gibi çok sayıda kuruma bağış yapabilirsiniz.

Bayram Hazırlıkları

Bir ayı oruçla tamamlamanın, ibadetimizi yerine getirmenin, tüm olumsuz eylem ve düşüncelerden kaçınmanın kutlanması olan Ramazan Bayramı, Ramazan ayının ardından gelen Şevval ayının ilk üç günü kutlanıyor ve hayatın normal akışına geçmemizi sağlıyor.

Değişen günlük rutinlerimiz bayramların kutlanış biçimlerini etkilemiş olsa da Ramazan Bayramı kültürümüzde bir araya gelmeyi, büyüklerimizi ziyaret etmeyi, keyifli sofraları paylaşmayı ve çocukları mutlu etmeyi ifade ediyor.

Bayram için hazırlık yapmanın başlı başına bir ritüel olduğunu söylemek hiç yanlış olmaz. Evlerin dip köşe temizlenmesi adeta manevi bir yenilenmeyi de simgeliyor ve kuşkusuz bayrama ulaşmanın ferahlığını daha iyi yansıtıyor.

Bayram namazı ile başlayan kutlamalar, tüm ailenin toplandığı bayram kahvaltısı, ziyaretler ile devam ediyor. Temiz ve bakımlı giysiler giyiliyor, çocukları mutlu edecek hediyeler veriliyor.

Bayram hazırlıkları ve kutlamaları sevgi, saygı, dayanışma ve paylaşma gibi önemli kültürel değerlerin yaşatılmasına katkıda bulunmaya devam ediyor.


En Çok Okunan Bloglar